Orada değilim.
Lee Min Ho Esquire Korea dergisinin Eylül sayısı için bir fotoğraf çekimi ve röportaj gerçekleştirdi.
S: Hiçbir garantisi olmadan MBC’nin “DMZ the Wild” belgeselinde yer aldınız. Bu hareketinizi şimdi anlayabiliyorum sanırım. Lee Min Ho her zaman yeni bir şeyler denemek ve olasılıkları test etmek ister.
L: Pek öyle bir durum değil.
S: A, değil mi? (Gülüyor)
L: Belgeselleri çok seviyordum ve o zamanlar iyi bir proje gelirse yer almak isterim diye düşünmüştüm. Ne yazık ki belgesel ekibinin bütçesi yoktu, dolayısıyla garanti bir iş değildi. Şimdi de aynı aslında… Sadece çevremde iyi insanlar var ve 10 yılı aşkın süredir çalıştığım bu sahada istediğim şeyleri yapabiliyorum, tamamen benim kişisel memnuniyetim. Yeni bir şey yapıp kendimi aşacağımı hiç zannetmiyorum.
S: Yenilik takıntınız yok o halde?
L: Asıl mesleğimde her zaman yaptığım şey bu. Bir oyuncu olarak, daha önce hiç görmediğiniz yeni bir şey bulmak için bir baskı vardır. Sanırım bu yüzden farklı yollara gidiyoruz.
S: Yeni diziniz Pachinko’daki Go Hansu karakterini canlandırmanızın sebebinin de bu olduğunu duydum.
L: 30’lu yaşlarımın ortasındayım ve sanırım gerçeğin peşindeyim. Aksi takdirde aynı fikirde olamam ve işler daha da zorlaşır. Bu yüzden Pachinko için seçmelere katılmam istendi ve senaryoyu gördüğümde ikna oldum. Bu işi gerçekten yapabileceğimi düşünüyorum. Denemek istiyorum.
S: Eminim Lee Min Ho olarak seçmelere katılmanız üzerinizde baskı yaratmıştır.
L: Seçmelere giderken, “Hayır bir dakika. Seçmelerde başarısız olursam dedikodu olur mu? Yönetmen hata yaptığını düşünür mü?” gibi düşüncelere kapılmıştım. (Gülüyor) Senaryoyu okuduğumda bir şeyler hissettim, karmaşık bir duyguydu. Yabancıların gözüyle ülkemizin fotoğrafını çekmenin yeni bir şey olacağını düşündüm ve “Bunu yapmaya ihtiyacım var.” dedim. (E/N: Pachinko, Amerika, Japonya ve Kore ortak yapımı olacak)
S: Aksine, orijinal roman verdiği mesaj açısından küresel bir ilgi gördüğü için daha külfetli değil mi? Pachinko, Japon sömürge döneminde Japonya’ya göç eden Koreli bir ailenin yaşadıklarını konu alıyor.
L: Daha önce video röportajında söylediğim gibi “Gerekirse yaparım” gibi bir durum var. Bir kez işin içine girdikten sonra bunların önemi kalmıyor. İşin içine girdiysem yapmak zorundayım.
S: Pek kötü rollerde yer almadınız. Legend of the Blue Sea’deki karakteriniz Robin Hood-variydi. Gangnam Blues filmindeki karakteriniz ise anti-kahramandı ama yaptıklarının arkasında ailevi nedenleri olan sıcak kalpli biriydi.
L: Doğru. 10 yılı aşkın süredir belirli bir çizgideki karakterleri canlandırdım. Bu yüzden kötü rollere daha çok çekildiğimi düşünüyorum. Bir film izlediğimde kötü adamları daha çekici buluyorum. Eğer anlamlı bir rol ise, tabi ki her zaman yapmak isterim. Nedendir bilmem, birlikte çalıştığım insanlar kötü adam ya da bir katili canlandırmamın iyi görüneceğini söylüyor.
S: “Pachinko” romanını okuyamadığım için üzgünüm. Röportajda dizi hakkında çok konuşmamanız gerektiğini duydum. Peki ya Go Hansu karakteri? Açıklamalara bakılırsa, iyi ve kötü arasındaki belirsiz bir çizgideki bir karakter gibi görünüyor.
L: Hansu, herkesin kötü diyebileceği bir karakter. Kötü bir adam ama yine de oldukça göz alıcı. Koşullara bakınca neden böyle olmak zorunda olduğunu anlayabiliyorum ama bence “kötü adam” kelimesini kendisi bulan bir karakter.
S: Yanlışlıkla soruları mükemmel bir şekilde birleştirdik. Yani Pachinko’daki Min Ho’yu dört gözle beklemeli miyiz?
L: Kıh kıh kıh
S: Önceki projeniz The King’deki karakteriniz Lee Gon için, “Beyaz ata binen bir prens varsa sonuna kadar giderim!” demiştiniz.
L: Aslında Boys Over Flowers dizisinden önce her zaman fakir bir insanı oynuyordum. (Gülüyor) Boys Over Flowers’da ilk kez zengin bir adamı canlandırdım ama bu bir seçim değildi, belirli bir görüntü elde etmek istememiştim. O zamanlar oldukça çaresizdim ve başrol olmak için bir şans elde etmek istedim. Bu yüzden seçmelere katıldım ve seçildim. Bu “zengin adam” görüntüsünü yanlışlıkla aldım aslında. Aynı şeyi “The Heirs” dizisinde de yaptığım için bu görüntü ikiye katlandı.
S: O zamanlar fırsatları kovalıyordum ve tüm bu fırsatlar zengin adam görüntüsüne dönüştü diyorsunuz yani?
L: Evet. Dürüst olmak gerekirse, Boys Over Flowers’ın bana uymadığını düşünmüştüm, çünkü o kadar iyi yaşamıyordum. Nasıl bir chaebol gibi görüneceğimi, yemek çubuklarını nasıl kullanmam gerektiğini düşündüğümü hatırlıyorum. Ama her neyse, bu imaja büründüm ve 10 yıl boyunca böyle yaşadım. Herkesin böyle bir imajı olamaz, bu yüzden çok geçmeden buna bir son vermemin ve artık üzerimden çıkması gerektiğini düşündüm. İşte o zamanlar “The King” karşıma çıktı ve bu diziyle “Beyaz Atlı Prens” rolünden mezun olmayı düşündüm
S: Mezun olmak… Lee Min Ho’nun kariyerinde artık böyle roller olmayacak mı?
L: 20’li ve 30’lu yaşlarımda yaptım. 30’lu ya da 40’lı yaşların sonlarında bile bir peri masalı, aşk hikayesi anlatabilirsin ama doku biraz daha farklı olur. Daha gerçekçi, daha yaşa uygun hikayeler. İster imkansız bir aşk, ister birbirini iyileştiren bir aşk. Kadın kahramanın başı belaya girdiğinde ortaya çıkan ve onu kurtaran karakterler yok artık. Çünkü ana karakterler yaşlandıklarında pek bu tarz krizlerle karşılaşmıyorlar. (Gülüyor) Ki kadınlar da erkeklere yardım ediyor, aşktan bahsetsek bile bence böyle akar gider.
Lee Min Ho, ‘Lee Min Ho Film’deki en önemli şeyin insanlar olduğunu söylüyor.
S: Bu çekim, Louis Vuitton Saat ve Mücevher marka elçisi olarak gerçekleştireceğiniz ilk çekim mi olacak?
L: Evet, reklam çekimleri yaptım ama bu ilk dergi çekimi olacak.
S: Nasıldınız şimdiye kadar?
L: Bence fena değildim. Aslında Louis Vuitton elçisi olmadan önce biraz endişeliydim. Markanın çok moda ve havalı bir imajı var. “Bu imaj benimle uyumlu olur mu?” diye endişelendim ama kıyafetleri giydiğimde ve saat çekimlerinde bana uygun bir ruh hali olduğunu düşündüm.
S: Ben de bunun için endişelendim. Bir şeyler uymazsa diye.
L: Olabilir, reddedilme ya da korku gibi bir şey değil bu. 10 yılı aşkın süredir çalıştığım için, nasıl göründüğüme dair objektif olabiliyorum. “Bu noktaya kadar halledebilirim“, “Bunu geçince çok fazla şeye ihtiyacım olacak” gibi gerçekçi düşünebiliyorum.
S: Bugün zor geçmiş olmalı çünkü üzerinizde bir sürü kıyafet vardı. Bir ara ayakta durduğumu ve gözlerimi kapattığımı fark ettim.
L: Düşündüğümden daha uzun sürdü.
S: Fotoğraf çekiminden sonra bir video röportajında “Şu an aklınıza gelen bir şarkı var mı?” sorusuna Michael Buble’ın Home şarkısı cevabını verdiniz. Gerçekten de, şarkının melodisi aklımdan geçiyor ve eve gitmek istiyorum.
L: (Gülüyor) Eve gitmeme izin ver ~
S: Eve gittiğinizde ne yaparsınız?
L: Mesela bugün? Şimdi gidersek akşam yemeği yeriz ve bugünkü Olimpiyat performanslarımıza bakarız. Bir süre oyun oynadıktan sonra tekrar çekmem gereken şeyler var, onlara bakarım. Sonra da sabah olur işte. (E/N: Yaşam enerjisi desen var :D)
S: Peki ya leeminhofilm YouTube kanalı?
L: Ah doğru.
S: Aslında, video düzenlemelerini sizin yapmanıza şaşırdım. Video düzenlemek, bilmeyenler için tahmin edebileceğinizden çok daha fazla zaman ve sabır isteyen bir iş.
L: Çekim yaparak “Ah, bunu kullanmalıyım” gibi bir şey oluyor. Ancak sonuca baktığımda atıldığına pişman olduğum birkaç çekim var. Böyle bir şey yaşamamak için devamlı izliyorum. Ayrıca yardımcı olan kişilerin anlayabilmesi için düzenleme yapmam gerekiyor. Yüz kez anlatmaktansa bir kez göstermeyi tercih ediyorum. Sanırım kişiliğim böyle. Sözlerle ikna etmektense, davranışlarımla “Ben böyle hissediyorum” demek daha doğru geliyor.
S: Video düzenlemelerinden başka biri sorumlu olsaydı kullanılacak birçok parça daha vardı. Yorgun olduğunuz için bir yere oturur oturmaz kapanan gözleriniz, ya da gece yürüyüşü yaparken köpek havlamasından ürkmeniz gibi.
L: Doğru. Ama sadece kendi tarzıma bağlı kalmıyorum. Editörlerden kendilerine göre bir düzenleme yapmalarını rica ediyor; aynı zamanda kullanmak istediğim şeyleri kendi başıma düzenliyorum. İki çalışmanın da iyi yönlerini bulmaya ve onları uyumlu bir şekilde karıştırmaya çalışıyorum.
S: Videolardaki benzersizliğin direkt işin içinde olmanızdan kaynaklanan bir avantaj olduğunu düşünüyorum. Özellikle ilk videonızda mutlu olup olmadığınıza dair belirsiz bir enerji vardı.
L: Çalışırken iyi kötü şeyler yaşıyoruz. Gerçekten mutlu olduğum zamanlar da oluyor, üzüldüğüm zamanlar da. Sanırım iki duyguyu da seviyorum, çünkü hep onların ortasında yaşıyorum.
S: Videolardaki ev sizin eviniz mi?
L: Evet.
S: Geçen hafta kanalınızdaki kategori sayısı “Film Günlüğü”, “İşbirliği Günlüğü” ve “Marka Filmi” olarak üçe yükseldi.
L: İlk başladığımda dört kategori vardı. Kısa film yapmak istiyordum ve yaptım. Şimdi bilemiyorum… 1990’ların müzik videoları tarzında kısa filmleri seviyorum ve böyle bir şey denemek istiyorum ama pek fırsatım yok. Daha modern bir halde 10 dakikalık kısa film formatlarına dönüştürmek ilginç olur diye düşünüyorum.
S: Sanırım bunu ilk kez duyuyoruz. Lee Min Ho’nun bir kısa film çekeceği haberini de bu şekilde almış olduk.
L: Hayır, hayır! (Gülüyor) Bu kadar istekli görünmeyin. Daha önce de söylediğim gibi o kadar tembelim ki ne zaman çıkacağını bile bilmiyorum. Bir yıl sonra bile olabilir.
S: Çok fazla talep var. Her proje içinize sinmiş gibi görünüyor.
L: Leeminhofilm’de benim için en önemli şey ‘karakter’ zaten. Etrafımdaki insanlar, iyi bir yetişkin olmaya çalışmak, ya da arkadaşımın sağlığı, samimiyetimiz, 10 yılı aşkın süredir yaptıklarımızın sorumluluğu gibi şeyler.
S: En önemli şeyin karakter olduğunu söylüyorsunuz, anlıyorum. Fakat çok iddiasızsınız.
L: İnsanlar, mutluluk ve aşk gibi şeylere değer vermeyi kasıtlı olarak düşündüğümü sanmıyorum. Her şeyden önce oyuncu olarak mesleğimin bir etkisi olmuş olmalı. Özgünlük, bir karakteri ya da duyguyu ifade ettiğimde bu gerçek olmalı. Gençliğimden beri sette birçok insanla tanıştım, tek bir sahne için elinden gelenin en iyisini yapan insanlar. Bu yüzden oralarda çok şey öğrendiğimi düşünüyorum. Bir işi ticarete dökmek yerine elimden gelenin en iyisini yapmalıyım. E doğal olarak bunu insan ilişkilerime de yansıtıyorum.
Kaynak: anishariah
Güney Kore’de sanat hayatı başta olmak üzere, makale türüne girebilecek her içerik bu kategoride.