..herkese merhaba. İlk köşe yazımın heyecanını bir kenara bırakıp “ilk havaalanı karşılaması” heyecanımı paylaşmak istiyorum sizlerle. Hayallerimin gerçekleştiği güne dair her şeyi en içten ve en doğru şekilde aktarmaya çalışacağım, umarım yazdıklarımı okumak hoşunuza gider^^
Benim için macera İstanbul’da yaşamama rağmen okuduğum şehir Karabük’ten nasıl döneceğim sorusuyla başladı. Bu muhteşem haberi duyduğum ilk andan beri biletimi CNBlue’nun gelişine göre ayarlamaya çalışıyordum. Sürekli güncellemeleri takip edip en ufak bir bilgi kapmaya çalışmama rağmen hâlâ elimde elle tutulur bir şey yoktu. Ben de konser gününe göre ayarlayıp 27 Ekim’de akşamında binecektim otobüse. Pazar günü gördüğüm “CNBlue’nun uçuş takvimi belli oldu! 27 Ekim 15.40 Atatürk Havaalanı!” yazısıyla otobüs firmasına koşmam arasında 5 dakika falan vardır. Tüm devamsızlık risklerine rağmen otobüs gününü Pazartesi’ye aldırdım. 5 saatlik yolculuktan sonra gece yarısı İstanbul’a inip yarının verdiği o heyecanla uykuya dalmayı planladım ama ne mümkün. Ve sabahın 9’unda bu muhteşem güne uyandım.
İnternette planlanan etkinlerden tanıştığım 4 muhteşem insanla beraber gidecektik hava alanına. 11’de kendimi Kadıköy yollarına attım, ilk arkadaşla Kadıköy’de buluşup metrobüsle Mecidiyeköy’e geçtik. Oradan otobüse binerek Osmanbey’de kalan 3 arkadaşla buluştuk. Sanki yıllardır tanışıyormuş edasıyla koyulaşan sohbetle kendimizi hava alanında metrosunda bulduk. Beşimiz de etrafımızdaki potansiyel Boice’lara bakıyorduk. Herkesin gözünde aynı heyecan, aynı stres vardı tabii.
Hava alanı metrosu yolculuğundan sonra bir yandan giderek artan heyecanımızı bastırmaya çalışırken bir yandan da tamamen yabancı olduğumuz yerde koşuşturmaya başladık. Dış hatlar yazısı oradan çok güzel bir şekilde parladı ! 😀 Etrafımızda grup grup insanlar kalabalık neredeyse orayı takip ediyor tabii.
Dış hatlar girişindeki güvenlik bizle beraber giriş yapan bi’ 20 kişiyi daha görünce “Başladık yine…” cümlesini kurmadan yapamadı. Benim yanımdaki bir diğer güvenlik o kutsal soruyu sordu: “Blue mudur mlue mudur ne zaman geliyor bunlar?” “15.40’ta inecekler ve daha gelen çok olur” diyerek tekrar koşuşturmaya başladım.
Kafamı çevirmemle rahat 300 kişilik grupla karşılaşmam yarım saniyemi aldı. “..geç kaldık” diyerek boş bulduğumuz nere varsa oraya gidip beklemeye başladık. İçimden en öndekilere “sizi gidi şanslılar” diye geçirerek beklerken zamanın bir türlü geçmemesi daha da heyecanlandırdı bizleri.
Beklerken bizlere bu şirin şekerleri de dağıttılar!
Tamamen pembe bir yazı olmayacak bu.
Kalabalıktık. Baya bir kalabalıktık hatta. İçimden “lütfen böyle böyle olmasın” diye geçirdiğim ne varsa yavaş yavaş olmaya başladı. İçi kıpır kıpır eden “bazı” hayranların kapıdan çıkan her çekiğe bağırmaya başlamasıyla nasıl bir gün geçireceğimizi az çok tahmin ettim. 15 dakikada bir gelen uyarılara rağmen malesef bu durum devam etti.
Herhalde gün içinde en çok bakıştığımız tablo bu olmuştur. “Bir saat niçin 60 dakika” diye sorguladığımız vakitlerde uçağın inmesine çok az bir zaman kalmıştı. Ekranda “Seul – Incheon” yazısının belirmesiyle kalabalıktan çığlığın kopması bir oldu.
Ekranda beliren şu saatin verdiği heyecan normalde 15.40‘ta inmesi gereken uçağın bir türlü iniş yapmamasıyla yerini strese bıraktı malesef.
Saatler 16.04‘ü gösterdiğinde “Seul – Incheon İndi: 16.04” yazısı bir çığlığı daha beraberinde getirdi tabii 😀 O dakikadan sonra kapı her açıldığında kameralar havaya kalkmaya başladı ama bizimkiler bir türlü çıkmıyordu. Pasaport kontrolü bi 40 dakika kadar sürdü ve 16.42‘de o kapı açıldı!
Ve malesef o andan itibaren olanlar oldu. Çıkışlarını engelleyecek şekilde bekleyen büyük bir kalabalık tüm uyarı ve nezaketi unutarak üyelerin yanına yaklaşmaya çalıştı. Karşılama için konulan demirin arkasındaki bir diğer kalabalık da buna eklenince tahmin edeceğiniz üzere büyük bir hengame çıktı. Demirlerden atlayanlar mı dersiniz, bir adım daha yakın olabilmek için önündekini ezen mi dersiniz… Hiç olmamıştı bu.
Tam sanırım göremeyeceğim diye düşünürken benim 1.90’lık maknaem gözüme çarptı! Yüzünde aynı hava alanı ifadesi vardı tahmin edeceğiniz gibi 😀 Yorgunluktan olduğunu ümit etmeme rağmen üyeler kalabalıktan cama yapışınca bu ifadenin sadece yorgunluktan kaynaklanmadığını anlamış olduk.
– Siteye çoğu zaman minozluğumu yansıttığım için bilmeyenler olacaktır fakat– Boice olmamın yanı sıra koyu bir Lee Jong Hyun hayranıyımdır. “Geldiysem en azından onu göreyim” diye düşünürken arkadaş önümde mor kazağıyla parlamaya başladı! Tam bir Burning edasıyla! Yüklediğim fancam’dede göreceğiniz üzere kameram ona odaklı oldu. Tüm bu izdihama rağmen en beklemediğim kişi Jonghyun yüzünden gülümsemesini hiç eksik etmedi. Tabi bu gülümsenin arkasında neler düşünüyor orasını tahmin etmek istemiyorum.
Jonghyun’un önünde şirin şirin yürüyen Minhyuk‘cuğumu da unutmamak gerek! Kalabaliktan o güzel gülümsemesi göremesek de karşımda olduğunu bilmek bile kocaman gülümsetti beni.
Ve günün olayı. Yonghwa‘yı GÖREMEDİM. Bildiğiniz adamı göremedim. Yonghwa ve kırmızı şapkasını kamerayla aramama rağmen malesef olmadı. –Bu konu hakkında daha fazla bir şey yazarsam şansıma ağlayacağım–
Üyeler kalabalıktan sıyrılıp hemen araca doğru yürümeye başladı. İşte bir diğer üzüldüğüm konu. Hepsi arabaya bindikten sonra dışardaki bazı hayranlar arabanın camına yapışıp içeriye bakmaya, cama vurmaya başladı malesef. 1 dakika kadar sonra araç hareket etmeye başladı zaten.
Bolca “Saygı gösterin“, “Geri çekilin“, “İtmeyin“, “Allah’ım gördüm!“, “Fotoğraf çekemedim bile“, “Çok mutluyum!” cümlelerini duyduğum, bir yanımın buruk olduğu bir yanımın ise gerçekleşen hayalle sevinçten uçtuğu bu güne minnettarım. Her şeye rağmen orada olmak dünyanın en güzel şeylerinden biriydi.
.. ama keşke dozajı ayarlayabilseydik ve ben o “Elledim ya” cümlesini duymasaydım…
-Uzakta durdugum icin kamerayi yakinlastirdim, o yuzden goruntuler net degil-
Ezgi_Lmh
Sitemizin editörlerinin kişisel olarak hazırladıkları köşe yazıları.