“Bundan seneee…eler önce TRT’de yayınlanan Denizler İmparatoru adında bir dizi varmış…” diye başlamayacağım korkmayın. Hepimizin bu tatlı belasının başlangıcı aşağı yukarı aynı.
Bundan farklı olarak, ilginizi çekeceğini düşündüğüm başka bir konu hakkında konuşalım: Güney Kore’den gelen mektuplarım.
Şimdilerde kulağıma hiç uğramayan, yurtdışından mektup arkadaşı bulma fantazisinin -kötü niyetle söylemiyorum, benim için bir hazdı, hala daha öyle- farklı sebepleri vardı. Bazı insanlar gerçekten farklı kültürleri tanımaya, öğrenmeye aşık olabiliyor, bunun için de istediği bir ülkeden bir mektup arkadaşı seçip hem arkadaşları hem de ülkeleri hakkında karşılıklı bilgi alışverişinde bulunuyorlardı. Bazıları ise sadece İngilizcelerini geliştirmek istiyor, bunun için genelde Avrupa ülkelerinden birileri seçip mektuplaşmaya başlıyordu. Ben de Kore’ye gidemeyen masum köylü edasıyla, Kore’yi kendime getirmek için mektup arkadaşları edindim. Mektuplar bildiğiniz gibi özel şeyler, benim paylaşmak istediklerim mektupların yanında gelen hediyeler.
Mektuplardan bahsedip, geçmiş zaman ekini de kullanınca kendimi Titanic filmindeki, asıl hikayeyi anlatan Rose’un yaşlı halinde gördüm bir an… Halbuki haberleşmede kullanamasak da nostaljisini yaptığım mektuplaşmalara sadece 5 sene önce başlamıştım. Mektuplaşırken, mektubun Kore’den çıktığını öğrendikten sonra Ptt arabaları odaklı yaşıyorsunuz hayatınızı. Posta azıcık geciksin, nerde benim mektubum diye koca Ptt binasını ayağa kaldırabiliyorsunuz. İşkencenin bir çeşidi gibi gözükebilir ama elinize mektubu alıp üstüne de seneleri çekince pek bir tatlı oluyorlar. Şimdilerde Kakaotalk, Whatsapp derken o heyecandan, hazdan eser yok.
Bu babaanne modunu yarıda kesip, her mektupları açışımda olduğu gibi çeyizini ortaya seren yeni gelin edasına bürünüyorum hemen. Başlamadan uyarıyorum, hediyeler aşırı tatlılık içeriyor. Bağımlılık yapmasın lütfen.
Bu yazıda göstereceğim mektup hayatımda aldığım ilk mektup ve aldığım ilk mektup yurtdışından ^^ Hadi başlayalım.
Kooocaman bir Güney-Kuzey Kore haritası. İnceledikten sonra kendi ülkemin haritasını daha önce o kadar incelemediğimi fark edip utandığım bir hediye. Haritanın yanlarında da illeri ekonomik, kültürel yönleriyle tanıtıyor.
Jumong/ TRT’deki adıyla Efsane Prens dizisini izleyenler Goguryeo Krallığını mutlaka hatırlıyordur. Sanırım ülkenin tarihsel dönemlerini temsil eden bir çıkartma.
Kore harflerinin olduğu stickerlar.
Ülkenin dört bir yanını temsil eden kartpostallar. Bir zarf içinden 10 tane çıktı. Hayran kalmaktan kendimi alamadığım bir hediye bu. Güney Kore, ülkemizin yaklaşık sekizde biri kadar bir yüz ölçümüne sahip. Ama Koreliler ülkelerinin güzelliklerini görücüye çıkarmada o kadar ustaca hareket ediyorlar ki bakarken bayılıyor, kendiniz kartpostal göndermeye kalkınca kriz geçiriyorsunuz. Biliyorum orda bir yerlerde Jeju Adası’nın güzelliğini solda sıfır bırakacak milyonlarca güzelliğimiz var ama temsil bir tane hoş kartpostal yok (Bildiğimiz rengi kaçmış İstanbul temalı kartpostallar hariç). O zamanlar adam akıllı bir mektup oluşturabilmek için bir kaç ayımı vermek zorunda kalıyordum.
Bu yelpaze, arkadaşlarımın deyimiyle “fan”ı dizilerde görmüş olmalısınız.
Burdan sonrakiler, arkadaşımın benim için hazırladığı hediyeler. Koreliler’in ders çalışma kültürlerinde post-it’lerin önemini yine dizilerden bilirsiniz. Ama elle hazırlanmış, üzerine not düşülmüşleri bir başka. “잊지말아요” yani “Unutma!” not kağıtları ve stickerlar.
Gelen her hediye çok değerli tabii, ama gidip bir yerden bir şeyler satın almakla senin için bir şey yapılması arasındaki fark çok hoş. Bunların adı ne diye çok araştırdım, bulamadım. Ama ufak dijital klavyeli bir makina düşünün. İstediğinizi yazıp, çıktı tuşuna basıyorsunuz, size böyle yapışkan kağıtlar veriyor. Yazılanların tatlılığına bakar mısınız? “I love TURKEY”, “I pray for you”, “Aja Aja Fighting!”… Bunları içine koyduğu paketin üstünde Kore harfleriyle de adım yazıyor.
Bunları görüp önce yeniyor mu diye denedim. Meğer yara bandıymış ^^ Bir tanesini bile kullanmaya kıyamadım.
Bir fotoğraf albümü.
Dosya
“Towel”ın havlu olduğunu bilmeyen ben, bu ayıcığı ilk gördüğümde iki saat ne ola ki diye düşünüp, nihaleye kadar gitmiştim. Ayıcıklı çaydan altlığı düşünsenize Türkiye’de ^^ Neyseki o bir el havlusu.
Ve son olarak mektubum. Gönderdikleri zarflardan el yazılarına kadar biçimsel olarak konuşulacak o kadar şey var ki. Beni şaşırtan en büyük şey mektuplaştığım Korelilerin neredeyse tamamının yazı stilinin aynı olması. İnanılacak şey değil. İyi bir şey mi kötü bir şey mi hala karar veremiyorum ama hepsinin yazısı aynı daktilodan çıkmış gibi tek tip. Kendi sınıfınızı bir düşünsenize. Bizde sadece bir “Y” harfinin bile en az 41 çeşiti vardır. Hala alışabilmiş değilim.
Diğer bir konu ise mektup zarfları! Gelen mektup kağıtlarına iki yumurta kırıp yiyesiniz geliyor, mektup alması çok güzel. Peki gönderirken? Bizim mektup zarf/kağıtlarımızı hatırlayın, ya asker temalı ya da gül. Gülmeyin, neler çektim. Ülkemizi tanıtacak hediyeler aramadan önce, doğru düzgün bir mektup kağıdı bulayım diye civar semtleri dolaşıyordum. Mektup göndermenin, alma evresi kadar eğlenceli olduğunu söyleyemeyeceğim.
İşte böyle. Gönlümüzün kaydığı bu garip ülkenin seveceğimiz K-drama, K-pop’ından farklı güzellikleri de var, gelişime bu kadar açık olmalarına bakıp hayatlarından ders çıkaracağımız şeyler de…
Umarım, okurken hem eğlendiğiniz hem de öğrendiğiniz bir yazı olmuştur.
HABER&DÜZENLEME : KoreZin
yaseminn..
Sitemizin editörlerinin kişisel olarak hazırladıkları köşe yazıları.