K-Dramalar!
Gerçek hayatta pek sık karşımıza çıkmayacak kadar iyi insanlar, çok şanslı değilsek tanışamayacağımız dev zengin ve yakışıklı erkekler, gerçek olamayacak kadar havalı görünen ama aslında tam bir mütevazilik abidesi olan güzel kadınlar… Yıllardır izlediğimiz çoğu dizi ve filmin bize sunduğu pembe dünya.
Ve tüm bu pembelikte sıyrılıp, gerçek hayata bir pencere açan diziler. Fazla kıymeti bilinmez, yüzlerce kişi tarafından deli gibi beklenilmez, ‘şunu izleyin noluuur’ diye çabalanır ve yayın günü izleyenleri için en güzel gün olur! Bu yazıda onlardan birini konuşacağız sizlerle. Baş rolünde ne dünyaca ünlü bir Hallyu yıldızı var ne de hayranları sayesinde koşulsuz şartsız övülecek bir isim. Hikayenin baş kahramanları bu efsaneyle adını daha çok duyurmalarını umduğumuz birbirinden yetenekli 5 isim.
Hayatın gerçekleri, dikkat çekilen olaylar. Beş isim, beş karakter, beş birbirinden farklı hikaye… Ve izlemeyenlere istemeden de olsa yer yer spoiler verecek olan bir garip Ezgi…
-Belle Epoque’ya hoşgeldiniz!
Yoo Eun Jae > “Yeni şeyler beni heyecanlandırmak yerine tedirgin ediyor.”
Bambaşka bir ev, bambaşka insanlar, bambaşka bir ortam. Eun Jae üniversiteye başlamak için fazla ürkek biriydi. Haksızlığa uğrasa da, bir şeylerden rahatsız olsa da “Aman tadımız kaçmasın Ali Rıza Bey” modunda dolaşan insanları temsil eden bu karakter izleyenlere çok şey öğretti.
“Kafamın üstünde dolaşan çantalar, benden habersiz yenen reçelim, ödünç alınıp da geri verilmeyen kalemim!” Tepki yok. Yaşımız kaç olursa olsun kendimize göre birçok zorlukla karşılaştık bu hayatta. Kimi insanlar onlara davrandığımız gibi davranmadı bizlere, kimileri ne hissettiğimizi önemsemedi, kimileri görmezden geldi. Toplumdaki yerimizi kendimiz oluştururuz. Duruşumuz, tavırlarımız, tepkilerimizle… İnsanların bize nasıl davranacağına biz karar veririz aslında.
İlk izlenim. “İnsanların %80 ila %90’ı ilk izlenimlerini kalıcı izlenim olarak düşünür. Yer edindiğiniz ilk konum sizlere uygun değilse korkmayın, çünkü ikinci bir şansınız var. Buna da ‘Reposition’ yani ‘yeniden konumlanma’ denir.” İnsanlara yaydığımız ilk enerji o anki psikolojimizle kendi benliğimizden çok farklı olabilir. Bunu düzeltmek de bizlerin elindedir. Açık olun, insanlara nelerden hoşlanmadığınızı söyleyin. O an bazı şeylerin değiştiğini göreceksiniz.
Peki Yoo Eun Jae bunu başarabildi mi? İzleyelim!
Song Ji Won > “Şaka, eğlence, erkek arkadaş, içki, eğlence, bir daha içki.“
Varlığıyla ortama renk katan insanları düşünelim. Kesinlikle kasvetten uzak, gerçekten eğlenmeyi bilen, bazen fazla rahat gelse de çoğu zaman yanımızdan ayırmak istemeyeceğimiz neşeli tipler. Dışa dönük kişiliğiyle, içine kapanık insanlara tepki olarak yaratılmıştır. Bitmek bilmeyen tatlı diliyle kendini asla ezdirmez ve arkadaşlığa daima sahip çıkarlar. Song Ji Won da o insanları temsil ediyor bizlere.
“Merhaba, ben Song Ji Won. Abin var mı? Amcan? En küçüğü kaç yaşında? Bu evde erkek arkadaşı olmayan bir tek ben mi varım!” Dışarıdan bakıldığında oldukça dikkat çeken güzel kızların genelde erkek arkadaşı olmaz. Çünkü tanıştığı her erkekle “yanlışlıkla” kanka olur. Neşeli hâl ve tavırlarıyla kolayca arkadaş edinebilir ama bu arkadaşlığı bir ileri seviyeye taşıyamaz…
Eğlenmeyi seven bu tipler, bazen ilerisini düşünmeden yaptıkları şakanın ucunu yakalayamaz, iş büyür de büyür… Karakterimizin ortaya attığı bir laf evdeki herkesin kendi içlerindeki derin yaraların, yaşanmışlıkların temsili olmuştur.
Öldürülen birinin hayaleti, cinayete kurban giden birinin hayaleti ve ölmesi istenen biri… Herkesin bir geçmişi var. Acaba kimin hayaleti?
Jung Ye Eun > “Benim Kemalim yapmaz.”
Sevgilisine olan bağlılığı, kendisini farkında olduğu hataları yapmaya itiyordu. Yalanlar söylüyor, aşık olduğu adama koşulsuz şartsız güveniyor, hatalarının üstünü örtüyordu. Jung Ye Eun, iki insanın birbirine verdiği değerin hiçbir zaman eşit seviyede olmamasını temsil ediyor bizlere. İnsanlar hakkında ne düşündüğünü içinde tutmayarak, ağzına geleni söyleyen Ye Eun, birden parlayan agrasif kişiliğiyle dikkat çekiyordu. Ama şirin hareketleriyle kendisini affettirmeyi de biliyordu.
Çoğu zaman etrafınızdaki insanlar için “Söylersem kırılır bana… Biraz daha devam ederse o zaman söylerim… Olsun canım arkadaşlar arasında olur böyle şeyler… Sabır…” dediğiniz, ama onların neye kızdığınız hakkında en ufak bir fikri olmadığını fark ettiğiniz an kendinize kızarsınız. “Ben kime diyorum ki? Umurunda bile değilim.” İşte Jung Ye Eun buna tepki olarak yaratılmış bir karakter. Hoşlanmadığı şeyleri karşı tarafa söyleme konusunda ‘aşırı’ davranan biri.
Evdekilerle sürekli bir çatışma içinde olsa da, içten içe onlara beslediği sevgi görülmeye değer.
Kang Yi Na > “İnsanlar neden zor bir hayat yaşamayı seçer ki?”
Güzelliğiyle tüm dikkatleri üstüne toplamayı başaran Kang Yi Na. Ve dünya üzerinde oldukça yaygın olan “şeker baba” olayı. Ölümün kıyısından dönen karakterimiz, küllerinden yeniden doğarak aldığı her nefesin kıymetini bilmeye karar vermiştir. Elinde güzelliğinden başka bir şeyi olmayan Yi Na, bunu kullanarak “rahat” bir hayat sürmeyi tercih etmişti. Gerçek hayattaki cinsiyet fark etmeksizin hayatlarını bu şekilde yaşayan insanları temsil ediyordu bizlere.
Bedeniyle ilgili kararları yalnızca kendisinin verebileceğini söyleyen Kang Yi Na, etrafındaki insanların yaşam çırpınışlarına anlam veremiyordu. Lüks kıyafetler, pahalı içkiler ve eğlence. Tercih ettiği bu hayat ve evdekilerin kaçınılmaz tepkisi… Ve tabi ki, içindeki yoğun arkadaş sevgisi. Ve Hwayoung’ın muhteşem oyunculuğu…
Yoon Jin Myung > “Feleğin çemberinden daha ne kadar geçeceğim?”
Kesinlikle favori karakterim. Doğuştan şanslı insanlar vardır. Sizin elde etmek için günlerinizi vereceğiniz bir şeyi ağızlarından çıkan tek kelimeyle alabilen insanlar… Ve tam tersi, bu hayatta sürekli bir mücadele içinde olan, ‘yaşayabilmek’ için oradan oraya koşuşturmak zorunda olan insanlar. Yaşanan şeyler yüzünden istemeye istemeye “olgunlaşmak” zorunda kalmak ve her zaman güçlü kalmak için çabalamak… Yoon Jin Myung da bu insanları temsil ediyor bizlere.
“Hoşlanma benden. Eğer birinin benden hoşlandığını hissedersem, zayıf düşerim. Ve eğer zayıf düşersem… bu benim sonum olur.” Yoon Jin Myung’un hayat mücadelesi, karşılaştığı zorluklar gerçekten ders niteliğinde.
Türlü zorluklar yaşamasına rağmen yıkılmadan, pes etmeden yaşamaya devam eden insanları düşünelim. Onlardan biri değilsek içimizden, “Onun yerinde olsam çoktan pes etmiştim.” diye geçirdiğimiz insanların da bir sabır noktası olduğunu unutmamak gerek. Yoon Jin Myung’un patlama noktası da ‘tırnak acısı’ olmuştu. Düşen tırnağına yüklenen anlamlar, birikmişliğin temsiliydi bir nevi.
“Tırnağım düştü… Bu kadar acıyacağını bilmiyordum. O kadar çok acıyor ki ölecek gibi hissediyorum.”
Hikayemezin baş kahramanları işte böyle. Şimdi gelelim dizideki dikkat çekici olaylara, mesajlara:
-Mobbing. Yani işyerlerindeki psikolojik taciz ve yıldırma çabaları.
Sadece ‘fiziksel taciz’ ile sınırlı kalmayıp kişinin arkasından konuşmak, dışlamak, fiziksel olarak zorlayıcı görevler vermek gibi, Dünya üzerinde yaygın olduğu olan ve ülkemizde de sıkça yaşanan bu sorun, Türkiye’de ne yasal olarak tanımlanmış ne de bilinen bir olgu haline gelmiştir. Ama varlığı birçok kişi tarafından hissedilmekte.
Yoon Jin Myung karakterinin part time çalıştığı restoranda iş vereni tarafından gördüğü fiziksel taciz ve yıldırma, iş arkadaşları tarafından sözlü saldırı ve dışlanma gibi yaşadığı olaylarla mobbing sorununa dikkat çekmeye çalıştılar. Yaşam mücadelesi veren kişilerin, bazen görmezden gelmek zorunda kaldıkları şeyler vardır. “Bu işe ihtiyacım var, biraz daha dayanmalıyım.” gibi söylemlerle kişi, yaşadığı bu zorluğa katlanmak zorunda hissetmektedir.
Aslında bu konuya aşinayız…
Yine film ve dizilerde sıkça karşımıza çıkan okullarda öğrenciler arası zorbalık, sonu intihara kadar giden büyük bir problem haline gelmiştir. Zorbalık da dışlanma gibi özellikleriyle bir nevi mobbinge örnektir. Kesin bir önlemi olmayan bu sorun maalesef giderek büyümektedir…
-Ebeveynlerden görülen eksik sevgi.
Anne ve baba. Varlıkları başlı başına şükür konusu olan, bizleri zorluklara karşı her zaman koruyup kollayacağını düşündüğümüz insanlar. Sevgileri kesinlikle gerçek ancak bunu her zaman göstermeleri mümkün olmuyor. Bunun birçok nedeni olabilir tabii. Henüz çocuk sahibi olmaya hazır olmayan ebeveynler için zamansız gelen hamilelik, kişinin küçükken kendi anne babasından gelen sevgisizlik ve kaçınılmaz kısır döngü… Geçmişteki yaşanmamışlıkların çocuğunuzun size ihtiyacı olduğu anlarda giderilme çabası vesaire.
Bu durumun temsilcisi olan Yoo Eun Jae, henüz küçük bir çocuk gibi davranan annesinin bu durumdan yakınıyordu. Sanki anne olan taraf oymuş gibi yaşamaktan bıkan Yoo Eun Jae arkasına saklanan annesine “Ben de korkuyorum yılanlardan!” diyerek haykırmıştı bunu bizlere.
İşte bu eksiklik, insanların ondan gerçekten hoşlanıp hoşlanmayacağına dair korku yaratmıştı. Öyle ki üniversitede tanıştığı erkek arkadaşından bir türlü emin olamıyor, kendisinden gerçekten hoşlandığına inanamıyordu.
-Kadının toplum içindeki yerine getirilen sınırlara inat, kadın taksiciler.
Açıkçası Güney Kore’nin bu konudaki tutumu hakkında pek bilgi sahibi değilim ancak bu zamana kadar izlediğim hiçbir şeyde kadın taksiciye rastlamamıştım. Genelde yol kenarından taksi tutulur ve yola çıkılır. Ancak izleyenler hatırlayacaktır kızlarımız taksiye bindiğinde özellikle vurgulanmak istermişcesine taksiciye replik verilmişti. İzlediğim an, o sahnenin kadının toplumdaki yerine gönderilen bir mesaj olduğunu düşündüm ve elbette ki çok takdir ettim.
-Eski sevgili şiddeti / kadına şiddet.
Bunda bahsetmekten nefret ediyorum, gerçekten. Yine dünya üzerinde ve maalesef ki ülkemizde sıkça rastladığımız bu berbat duruma da dikkat çekildi dizide. Hiçbir şekilde açıklaması olmayan bu acizlik, insanoğlunun en berbat taraflarından biri sanırım. Karakterimiz Jung Ye Eun’un temsil ettiği bu durum, koşulsuz şartsız sevdiği adamın içinde barındırdığı karanlık kişiliğin bir anda ortaya çıkması da bir mesajdı bizlere. İnsanların -yine cinsiyet fark etmeksizin ancak çoğunlukla kadınların başına gelen- bu durum karşısındaki tutumu da oldukça önemli. Belki de bu satırları okuyan çoğu kişinin çevrelerinde veya kendi içlerinde yaşadığı bu olaylara kesin bir şekilde karşı gelmek bize düşüyor. “Aman, dört duvar arasında olan orada kalsın. Elaleme ne deriz.” düşünceleriyle boğulduğumuz anlarda belki de yardıma muhtaç bir kadın çırpınışlarını duyuramaz hale geliyordur…
-Arkadaşlık!
Kötü şeyler yaşadığımız da bile yanımızda olup, her derdimizi dinleyip, yardımcı olmaya çalışan insanların olması ne büyük şans. Gerçek arkadaşlık dediğimde aklınıza ilk gelen insanı sevin, kaybetmeyin. Ne hissettiğinizi gözünüzden anlayan insanların en güzel temsilcisi Belle Epoque evindeki kızlarımızdı.
Kaygıları olan Yoo Eun Jae’nin bile kendini sıcacık bir ortamda bulduğu bu evde gerçek arkadaşlığın ne demek olduğunu da gösterdiler bizlere. Sürekli kavga eden Kang Yi Na ve Jung Ye Eun’un bile içten içe birbirlerine destek olmaları, yine soğuk biri gibi görünen Kang Yi Na’nın Yoon Jin Myung’a duyduğu saygı ve sevgi… Song Ji Won’un sevgi pıtırcığı hallerinden bahsetmiyorum bile!
Kesinlikle anlattıklarımı kendi gözlerinizle görmelisiniz~
-Kenara köşeye saklanmış muhteşem şarkıları.
Bu dizinin bana kattığı en büyük şeylerden biri de birbirinden muhteşem şarkıları. Sanırım dizinin kendine özel bir OST’si yok ancak çalan şarkılar o kadar güzel ki “bunu daha önce nasıl dinlemem!” diye sitem ederken buluyorsunuz kendinizi. Karakterlere özel şarkıları dinlediğiniz an, belki birçok kez izlediğiniz o sahnelere geri dönerken buluyorsunuz kendinizi. Gelin hep beraber tekrar dinleyelim!
Sogyumo Acacia Band grubunun 2004 yılında yayınladıkları Butterfly.
Jordan Klassen’ın 2012 yılında çıkardığı Monastery albümünün mükemmel parçası On Your Collarbone.
David Choi’nin 2008 yılında çıkardığı Only You albümünden Enjoy the View.
Clara C’nin 2010 yılında çıkardığı The Art in My Heart albümünden Offbeat.
Mayu Wakisaka’nın 2014 yılında çıkardığı Halfway to You albümünden 24 Hours.
The Tellers’ın 2007 yılında çıkardığı Hands Full of Ink albümünün muhteşem şarkısı Toodoo. Benim de favorim!
Sidney York arkadaşımızdan yine çok tatlış bir şarkı.
Maximilian Hecker’ın 2012 yılında çıkardığı Mirage of Bliss albümünden The Whereabouts of Love.
Yine Maximilian Hecker’dan aynı albüme ait Mirage of Bliss. Bana Maximilian Hecker’ı dinleme şansı verdiğiniz için de teşekkür ederim!
Kang A Sol’ün 2014 yılında çıkardığı A Pure Heart albümünden Daily Confession.
Yine Sogyumo Acacia Band grubundan Slow Diving Table. Bir diğer favorim!
Temperature Of Saying’den In the Middle of Love.
Marry Hopkin’den 1969 yılına ait Goodbye. Bölüm bitişinin habercisi…
Yine Temperature of Saying’den Hi.
Ve tabi ki Edith Piaf’tan 1960 yılına ait Non, Je ne regrette rien.
İşte böyle. 12 bölüme sığdırılan koskoca hikayeler, acılar ve mutluluklar. Hiç yabancı olmadığımız, belki de izleyenlerin kendinden bir parça bulduğu mükemmel bir dizi.
Daha çok böyle dizilerle karşılaşmak ümidiyle! Kıymetini bilelim ≈
Hazırlayan: Ezgi_Lmh
Sitemizin editörlerinin kişisel olarak hazırladıkları köşe yazıları.