Minnettar olmadığımdan değil de acemiliğimden diyelim, farkettim de mektupları gönderen arkadaşlarıma bir teşekkür bile etmemişim ilk yazıda. Utandım, çünkü bu arkadaşlar böyle dünya tatlısı hediyeler hazırlarken ülkelerinde birer lise öğrencisiydiler.
Dışarıdan birisi okusa, arkadaşların lise öğrencisiyse ne olmuş diyebilir. Ama büyük çoğunluğu öğrenci olan KoreZin takipçileri, Güney Kore‘de bir öğrenci olmanın bedelini iyi bilir. Son dönem dizilerine de sıkça konu olan Güney Kore’nin ağır eğitim sistemi hakkında az buçuk bilgimiz var. Ben de böyle bir ülkede öğrenci olmanın ne demek olduğunu daha iyi anlayayım diye bir kaç makale okuyayım dedim. Bulabilir miyim ki diye şüphelenmedim değil ama Güney Kore’nin eğitimi hakkında akademik anlamda da haber olarak da bir çok Türk ve yabancı kaynak var. Artık sadece Korecanlar değil eğitimciler de Güney Kore’nin peşinde!
O zaman şöyle bir toparlayalım;
Güney Kore’de neslin %97’si lise mezunu ki bu dünya genelinde ulaşılan en iyi rakamlardan birisi. Bir öğrenci sabah 06.30-07.00 gibi kalkıyor, 08.00‘de okulda öğretim başlıyor 16.00‘da bitiyor, kısa bir yemek molasından sonra 17.00-17.30 gibi dersanede derse başlıyor, bu ders gece 10.00-11.00‘e kadar sürüyor. Eve dönüşte hemen yatmak yok. 01.00-02.00‘ye kadar tekrar ders çalışıyor. Sabah aynı rutin, hafta sonu da dahil olmak üzere devam ediyor. Üstelik dünyanın pek çok ülkesinde okullar yaklaşık 180 gün öğretim yaparken Güney Kore’de 220 gün yapıyor. Öğrenciler kalan günlerinde de muhtemelen bir müzik aletine, ekstra bir dil öğrenmeye, müzelere ya da sanatsal faaliyetlere katılmaya harcıyorlar. Böyle bir yoğunlukta ben mektup gönderebilir miydim bilmiyorum. Hepsine ayrı ayrı teşekkürler gerçekten…
Bana sorsanız, başka bir konuda yukarıdaki gibi bilgi içerikli bir paragrafı çoktan atlayıp işime bakardım ama konu Güney Kore olunca açıp makale bile okuyor insan.
Daha fazla bekletmek ben de istemiyorum. Hadi başlayalım!
Birazdan inceleyeceğiniz mektup, posta desem artık daha doğru olacak sanırım, Kore‘nin ikinci büyük şehri Busan‘dan. Busan‘ın biz Türkler için de ayrı bir önemi var. Kore Savaşı‘nda ülkelerinden kilometrelerce uzakta şehit düşüp bu ülkenin topraklarına gömülmüş şehitlerimizin bulunduğu “Birleşmiş Milletler Anıt Mezarlığı” da Busan şehrinde (Türkiye’de Pusan Şehitliği diye biliniyor).
Postaları alma aşamalarının traji-komik olduğundan bahsetmiştim. İlk postamda, posta yurt dışından gelecek diye, kendimce akıllı davranıp adresi İngilizce vermiştim. Posta geri gitmiş. Tekrar gönderildi Türkçe adresle. Postayı getiren amca “Bundan bir tane daha geldi. Neydi o öyle? İngilizce bir şeyler yazıyordu geri gönderdik!” demesi trajik mi komik mi bilmiyorum ama günlerce uğraşıp hazırladığım postaların yolda kaybolmaları ağır dramdı.
Yaşadığınız hüsran dolu günlerden sonra kendi koruyucu mekanizmanızı kendiniz geliştiriyorsunuz artık. Nasıl mı? Postanın yola çıktığı haberini alır almaz mahallede olağan üstü hal ilan ediyordum. Bütün mahalleliyi postacı amcanın beni bulamayıp dönmesi ihtimaline karşı örgütlüyordum. Evin 100m sınırına giren ilgili ilgisiz bütün postacılara postamı soruyordum. Kemal Sunal’ın Çöpçüler Kralı filminde, pencerede yaşayan teyzeyi hatırlarsınız, her mahallede vardır o güzide insanlardan. Bizimki ise apartmanımızın giriş katında oturan benim öz halam. Onu da balkona konuşlandırdık mı her şey tamam! Gören savaş var sanır 😀 Tabi bu kadar yaygaradan sonra eninde sonunda geliyor postanız.
Konuştukça konuşuyorum… O da ne? Yine kocaman bir şey var orda! Sizin de hemen anladığınız üzere o bir Güney Kore Bayrağı. Uzun bir süre odamda Türk bayrağıyla birlikte asılı durdular. İkisi birlikte dolabımın kaplıyorlardı halbuki, çocukluk işte…
Arkadaşım, bir ülkeyi tanımanın yolu mideden geçer diye düşünmüş olacak ki ülkesinin yemeklerinin tanıtıldığı kartlar göndermiş. Sunumlar yine muhteşem ama içerik… Güney Kore’yle kültürel olarak ayrıldığımız en büyük noktadayız arkadaşlar! Bizde yemeklerimizi tanıtacak bu tarz kartlar yok. Tabi ben yerimde durur muyum? O sarmalar, mantılar, baklavalar gösterilecek! En görsel ziyafetlisinden fotoğraflar bulup gönderdim ben de maille. Vallahi yine ağzım sulandı bizimkilere ama durum böyle bile olsa kimchi, ramyon, ddukbokki yemeden ölmek istemem.
Yukarıdaki Güney Kore bayrağı ve bu bozuk paralar, benim Türk bayrağı ve Türk liraları göndermem üzerine gelmişlerdi. Tabi böyle şirin bir şekilde gönderdiğimi hiç sanmıyorum… İlk elime alıp incelediğimde bizimkilere çok benzetmiştim ama şimdi düşünüyorum da ne kadar farklı olabilirdi ki, bozuk para sonuçta? Kore’ye gidersem, bunlarla bi ddukbokki yerim artık!
Bilin bakalım burda ne var? Evet, evet. O bir Kim Hyung Jun çorabı. Gil Ra Im‘in Oska‘sı varsa ne olmuş ^^ Yeni nesil SS501‘i üzücü haberlerle tanısa da biz o zamanlar ortalıkta “Love Ya, Love Ya” diye dolaşıyorduk. Bu da onun hatırası.
Allah’ımmm, ölümüm bu ülkenin şirinliğinden olacak! İnsan nasıl kullansın şimdi bunları ? Sulanan arkadaşlarımın ellerine şaplatıp kaçırıyorum hepsini ^^
Bir fan daha ^^
Yine tek tek uğraşılmış, özenle nasıl hazırlanacakları yazılmış, üzerlerine yapıştırılmış ama herkesin hassasiyeti farklıdır. Yiyemedim, yiyemiyorum, yiyemeyeceğim… Artık ben ne gönderdim de arkadaşım bana marketi toplayıp göndermiş hiç hatırlamıyorum ama bu gidişle bunlarla ülkemizdeki Korelilere ben bir market açacağım. Yeşil ve kırmızı paketli çubuk krakerlerin adı “ppe-ppe-ro”. Bizim marketlerimizde satılan çikolataya bulanmış çubuk krakerleri biliyorsunuzdur, ben de onlardan göndermiştim. Arkadaşım tatlarının aynı olduğunu söyledi. Arada kendinize tatlı sürprizler yapmak isterseniz, Kore “ppe-ppe-ro”‘ları bir market kadar yakınınızda!
Ve sonunda mektubum. Yine tatlı mı tatlı, yine şirin mi şirin, envai çeşit stickerlı, farklı farklı yüz ifadeleriyle dolu. Benim gönderdiklerim… İnanın hatırlamıyorum, unutmak istemiş de olabilirim ^^ Şimdilerde çok çocukça geliyor söylemeye utandım bir an ama lise sondaydım sanırım, Disney karakterli mektup zarf/kağıtları yeni yeni çıkmaya başlamıştı. Onlardan ve renkli A4 kağıtlarından kullandığımı hatırlıyorum. Şimdi düşünüyorum da bu kadar gerek var mıydı zorlamaya? Maksat muhabbet olmalıymış…
Siz neler gönderdiniz, mektubunuz nasıldı diyorsunuzdur. Bahsettiğim gibi, bu kadar şeker şeyler olmadı elbette. Elimde gönderdiğim mektuplardan sadece birinin fotoğrafları var. İstanbul temalı bir kaç şey, tesbih, kahve gibi şeyler. Ama hepsi koyu koyu renklerde, hediyelerde bir ışık yok. Zaten genel olarak ülkemizin şekerlik, şirinlik, cıvıl cıvıl renkler ihtiva eden genleriyle oynandığına inandım inanacağım nerdeyse. Bakın bizde daha yeni popüler olan ama hala sadece gençlerin tercih ettiği rengarenk spor ayakkabılarını bundan kaç sene önce Sultan Ahmet camii civarlarında gezinen 70’inde Koreli turistlerin ayağında görüyorduk.
Bahsettiğim şey aman her şeyde kötüyüz, hep onlar iyi gibi şeyler değil. Sadece bu tarz irdelemelerin, farklı kültürler tanımanın getirisi olduğunu söylemeye çalışıyorum. Ne kadar farklı şey görürseniz, en doğrusu hakkında o kadar fikriniz olur. Bir ülkenin yalnızca dizilerini izleyerek bile ne kadar farklı bakış açıları elde ettiğinizi kendinizde görebiliyorsanız, insanların kültürler arası etkileşimde neden bu kadar ısrarcı olduğunu anlayabilirsiniz. Güney Kore’nin -üzülerek söylüyorum ki- sadece müziğinin, dizisinin içine kendimizi hapsetmek yerine, temelinde sürekli ilerlemeyi barındıran fikir yapılarını da alıp ülkece kendimizi aşsak bizim için de güzel şeyler olacağı düşüncesindeyim. Umarım gelecek, hepimiz için çok daha iyi olur.
HABER&DÜZENLEME : KoreZin
yaseminn..
Sitemizin editörlerinin kişisel olarak hazırladıkları köşe yazıları.