Birinin hayatında,yaklaşık 3 yıldır kocaman yer tutan bir adamın yazdığı uzuuunnn öyküyü okuyacaksınız şimdi.Kim mi ? Buraya adımını attığından beri,etrafınızı onun haberleri ve ona dair çeviriler ile saran bu editör,çevirmeninizin büyümeyen birtanecik bebeği; Kim Hyung Jun ! ^_^
Daha,sadece 3 senedir onu tanıdığım için bu yazıyı yazmaya hakkım yok belki.Sevenleri ile tanıştığı andan itibaren onu takip edenlere asla haksızlık etmek istemem çünkü.Bu yüzden,bunun; onu ne kadar tanıdığıma dayanan değil,onun kalbimde sahip olduğu yere dayanan bir yazı olduğunu belirtmek isterim öncelikle …
“ Nasıl yazılmaya başladı bu öykü ? “ Bu sorunun cevabını,defalarca kez verdim ve anlattım radyo yayınlarımda,yazılarımda vs.Yine de yeniden yanıtlayalım hadi bu soruyu …
3 yıl önce ~ Yakın dostlarım sürekli Kore dizileri izlerdi,benim hiç ilgimi çekmemişti.Bu dizilerden birinin TV’de gösterildiğini duydum sonra,başka bir arkadaşım “ mutlaka izle “ diyerek aşırı derecede ısrar ediyordu ilk defa. İzlemeye bir türlü zaman bulamamıştım,belki de bir şeyleri bahane ederek geçiştiriyordum.Kasım ayında bir gün,TV’de zap yaparken o diziyi gördüm.Yaklaşık 15 dakikasını izlemiştim,hiç ilgimi çekmemişti; “ sıradan bir okul dizisinden ne farkı var ? “ demiştim kendi kendime.Aradan iki-üç ay geçmişti.Neden bilmiyorum fakat bir gün,yine aklıma geldi o dizi.- Hep o dizi diye bahsediyorum; “ Boys Over Flowers “ işte 🙂 – Bilgisayarımdan bir-iki bölümüne göz atayım dedim,Türkçe dublajlı bölümlerinin de olduğunu görünce daha çok sevindim.O gün,ard arda 3-4 bölüm izlemiştim.O kadar çok hoşuma gitmişti ki,adeta başka alemlere götürmüştü beni.Beklemediğim bir etkiydi bu. İzlemediğim her an meraktan ölecekmiş gibi hissediyordum.Nasıl da çabuk bitmişti ! 16 bölümlük,kısacık dizi mi olurdu? Finaline geldiğimde o kadar çok üzülmüştüm ki bir süre etkisinden kurtulamamıştım.Diziyi izlerken hikayenin etkileyiciliği,mükemmel oyunculuktan öte bir şey daha dikkatimi çekmişti; kullanılan şarkılar,fon müzikleri.Hepsi birbirinden hoştu.Tek sözcüğünü dahi anlamıyordum,yine de ruhumu okşuyorlardı.” Bir şekilde adını-sanını öğrenmem lazım “ diyordum bu şarkıların.Bölümler akarken,şarkıların çaldığı sahnelerde,cep telefonumu elime alıp “ Shazam “ uygulamasını açıyordum.Bu sayede,şarkıların çoğunun ismini öğrenmiştim ve sabahtan akşama kadar dinler olmuştum.Farklı farklı,bir sürü müzisyenin imzaları vardı bu şarkılarda ama en çok birisi dikkatimi çekmişti; SS501.Kimdi bunlar? Adları dahi o kadar değişik ve ilginç gelmişti ki ! İnternete gömüldüm ve didik didik etmeye başladım her yeri.“ SS501 “ ~ Öğrendim ki; dizinin,iyi kalpli “ Yoon Ji Ho “su; “ Kim Hyun Joong “un grubu.Oldukça ünlü olduklarını keşfettiğimde şaşırmıştım,namları sadece Kore’ye değil bütün dünyaya yayılmıştı.Grubun ismini öğrendikten sonra,ilk bir-iki ay boyunca,dizinin kalıntıları yüzünden “ Making A Lover “ ve “ Because I’m Stupid “i dönderip durmuştum müzik çalarımda.Benimle,diziyi izleyen kardeşim benden hevesli ve meraklı çıkmıştı.Deyim yerindeyse,Kim Hyun Joong’a takmıştı; sürekli yeni bir şeyler öğrenme ve bana anlatma peşindeydi.Benim ilgimi çekmiyordu nedense,anlattıklarını sadece dinliyordum ve öğrenmiş oluyordum o kadar.Fazlasına gerek duymuyordum SS501 konusunda.Ne bir videolarını izlemiştim,ne de geniş kapsamlı bir araştırma içine girmiştim.Bildiklerim bana yeter de artardı bile.Bir gün,yine kardeşim sayesinde,ilk defa bir videosunu izlemiştim SS501’in; “ SS501-Because I’m Stupid (Live In Japan-Persona Tour) “ ! Seyirci sayısını,atmosferi,şovu görünce şok olmuştum.Büyülenmiştim ! Üyelerin hepsi rengarenk ceketler giymişti,cıvıl cıvıl görünüyorlardı.Sadece lideri tanıyordum o zamanlar.Gözlerimi kapatmıştım; şarkıyı dinlerken,içimden bir şeyler kopup gitmişti.Kim olduğunu bilmiyordum fakat üyelerden birinin sesi yumuşacıktı,huzur veriyordu.Birininki de bayağı kuvvetli ve etkileyiciydi; nadir bulunan seslerden birisiydi.İlk bahsettiğim üyenin çok belirgin gamzeleri vardı,ikincisi de o performansta gülümseyen tek kişiydi; pembe ceket giyinmişti.Birisi daha dikkatimi çekmişti; yeşilimsi-sarımsı ceketli,boynunda zincire benzer bir kolye olan.Onu görünce,” ne kadar itici bir tipi var,hepsi neyse ama bu gerçekten tuhaf “ yorumunu yapmıştım.Aradan bir süre daha geçmişti.Grubun hareketli olan tüm şarkılarını dinliyordum,slowlar hoşuma gitmiyordu nedense – Because I’m Stupid hariç -.Günler geçtikçe,onları daha fazla tanırken buldum kendimi.Klipleri,performans videoları,sosyal medya hesapları,isimleri,aileleri,ilgi alanları,geçmişleri,yaşadıkları; kısacası baştan aşağı her şeyi keşfediyordum farkında olmadan.İstem dışı gelişiyordu sanki olaylar. Sonra slow şarkılarından da hoşlanmaya başladım.Her güne,illa bir SS501 şarkısı dinleyerek başlıyordum,tüm kliplerini izlemeden uykuya dalamıyordum.Rüyalarımda bile görmeye başlamıştım.Ne oluyordu bana? Üyelerin hepsi birbirinden değerliydi,hiç birine karşı özel bir ilgi duymamıştım.Bir gün,bir arkadaşımın “ birini seçsen hangisini seçersin ? “ şeklinde sorduğu soruyla tersine döndü dünyam.Hemen çıkışmıştım “ hepsi aynı benim için,ne biçim bir soru bu ?! “ Buna karşılık,o da; “ biliyorum,bana göre de öyle; yine de birisi daha özeldir “ demişti.O an,durmuş düşünmüştüm; ne tür bir soruydu bu cidden? Ayırt edemiyordum,kafam karmakarışıktı.Aniden,içimden bir ses işitmiştim sanki; “ Hyung Jun “ diye fısıldamıştı.” Ne? Olamaz.Bir de,o mu? Yok artık! “ diyerek kendi kendime ifade etmeye çalışmıştım yaşadığım şaşkınlığı.Arkadaşıma da “ Hyung Jun “ deyivermiştim .Söylediğim gibi; o günden sonra,çoğu şey ters-yüz olmuştu adeta.Sen misin,Jun’a “ itici,tuhaf “ diyen ! Büyük konuşmuştum galiba ve tokat yemiştim .O gün bir başlangıçtı; Jun’u daha çok tanımam için.Zaman su gibi akıyordu ve ben hem daha çok tanıyıp,hem de daha çok bağlanıyordum ona.Bir gece,ilk defa rüyamda görmüştüm onu.Bir konser sonrası,üyeleri bekliyordum bir yerde ve Jung Min geliyordu yanıma.” Jun nerede,gelmeyecek deme ! “ diyordum.O da,” meraklanma,birazdan burada olur; biliyor … “ diyerek cevaplıyordu beni.” Neyi biliyor? “ diye soracakken,Jun çıkageliyordu.Rüya bile olsa,Jun’u karşımda görünce yaşadığım şoku iliklerime kadar hissetmiştim.Bir de,heyecandan tek kelime dahi edemediğimi,elimin ayağımın karıştığını ve Jun’un o halime katıla katıla güldüğünü hatırlıyorum.Uyanır,uyanmaz tekrar ölçüp-tartmaya başlamıştım kendimi.Ne oluyordu bana? Neydi bunlar? İyi miydim ben? ” Jun Jun Jun “ diye sayıklayarak geçiyordu günlerim. Jun’un sesini dinleyerek rahat bir uykuya dalabiliyordum ancak,dakikalarca fotoğraflarını inceliyordum,24 saat içinde sayısız tweet atıyordum.Sesimi duyuramayacağımı biliyordum ama yersiz bir ümidin pençesindeydim .Kimi zaman da,anlamsız ve sebepsiz bir şekilde göz yaşı döküyordum Jun aklıma geldiğinde.Bir de,şu vardı; SS501’i tanıdığımda hissettiğim “ senelerdir tanıyorum sizi “ hissiyatı,Jun için daha ağır basıyordu.Öyle ki,bu duygu beni çıldırtacakmış gibi geliyordu; nereden tanıdığımı bir türlü çözemediğimden.Belki de bilinçaltımın bir oyunuydu.
Evet ~ Hayatımın en büyük şoklarından birisine uğramıştım ve “ asla “ dediğim insana deli gibi bağlanmıştım.Onu tanımaya başladığım ilk zamanlardan hatırladığım en net olay; “ The First “ isminde bir konser vermek üzereydi Kore’de.Twitter üzerinden paylaşımlar yapıyordu bu konsere vs. dair.Yanıtlıyordum onun tweetlerini ve “ fighting ! “ yazıyordum en fazla,ileri gitmeyi istemiyordum ve düşünmüyordum çünkü.Çekiniyordum,korkuyordum ama daha iyi tanımayı da arzuluyordum onu.Tam bir ikilemin ortasındaydım ! Aştım o ikilemi ve araştırmalarıma hiç ara vermeden devam ettim.
“ Kim bu Kim Hyung Jun ? Nasıl bir hayatı var ? Nelerden hoşlanır ? Madem bir grubu var niçin şu an solo çalışıyor ? “ ~ Hem İngilizce hem Türkçe siteleri tarıyordum durmadan,” acaba Türk hayran sayfası var mı ? “ diye merak etmiş ve onu aramıştım bir süre de.Aktif bir sayfası yoktu ! Nasıl olmazdı ? Aklımda delice düşünceler belirmeye başlamıştı o dakikadan sonra; onun için bir sayfa açmalıydım,evet onu daha hiç tanımıyordum neredeyse lakin o sayfa ile ben de daha iyi tanırdım.Az çok kurguluyordum ama ilerisinde ne olacağını asla kestiremiyordum.” Kim Hyung Jun – 김형준 Turkey “ isminde bir sayfa açmıştım.” Herkese merhaba ! “ şeklinde başlayan ilk gönderimi paylaşmış ve durumumu anlatmıştım bile.Çok yavaş olsa da zamanla büyüdü sayfamın sahip olduğu kitle ve hem Jun’u daha iyi tanımak hem ona ilişkin hiçbir şeyi kaçırmamak hem de sayfa sakinlerine hakkını vererek hizmet sunmak için sabah akşam çaba gösteriyordum.Bir sabah,Jun hayranı yabancı bir arkadaşımın bir duyurusunu gördüm: “ Hyung Jun’un doğum gününe bir hediye göndereceğiz,pirinç bağışı yapacağız.Bize katılmak isteyenler lütfen bildirsin ! “ Hediye ? Doğum günü ? Pirinç bağışı ? Biz de yapsak buna benzer bir şey ? “ Hiçbir bilgim yok bu konu hakkında.” İnsanlar bana güvenir mi ? Niçin güvensinler ? Daha beni tam olarak tanımıyorlar bile ! Sadece 800-1000 kişilik hayran kitlesine sahip olan bir sayfa ile bunu başarabilir miyiz hem ? “ vb. sorular beynimi kemirip duruyordu.” En azından denemeliyim “ diye düşündüm.Biliyordum başarısız olursam çok kırılacağımı ve üzüleceğimi,yine de denemeliydim; Jun için ! Sayfama girip bir yazı paylaştım buna dair,belki 3 belki 4 belki 5 kişi belki de daha fazlasıydı ama insanlar bana güveniyordu,kabul etmişlerdi destek olmayı.İlk defa o gün duymuştum “ sen varsan başarısız olmamız olanaksız “ cümlesini.İnanılmaz bir şeydi bu ! Neden bana bu kadar inanıyorlardı ? Neydi onlara bu düşünceleri aşılayan ? Bilmiyordum ve cidden şaşkındım.Para toplamaya koyulduk,ardından bir yabancı arkadaşım sayesinde bağışladık pirincimizi.O gün,Jun’un doğum günü partisinde; Türk bayraklı pirinç çelengimizi,30 kg pirincimizi görünce deliye dönmüştüm.Şaka gibiydi,Kore’ye yani Jun’a ulaşmıştık resmen !
Kendimi bildim bileli bir felsefem vardır benim; “ birini GERÇEKTEN seviyorsan,ona bunu gerçekten hissettirmelisin “ ~ İşte bu felsefeden yola çıkarak hem kendi adımı hem onu seven,başkalarının adını hem de ülkemin adını taşımıştım Jun’un yanına ilk defa.Bu ilk deneme,başarı,proje o kadar büyük bir güç,özgüven vermişti ki bana bundan sonra durmaya asla niyetim yoktu.Durmadım da ! Defalarca kez daha pirinç bağışı yaptık,Kore dışında gittiği ülkelerde dahi onun yanındaydık; kimi zaman bir afiş kimi zaman bir çiçekle,Jun’un temsilcilik yaptığı sosyal sorumluluk örgütüne bağışta bulunduk ki Jun’un bağış sertifikamız ile fotoğraflarının gelmesi ve bu fotoğrafların kendi telefonu ile çekilmesini rica ettiğini öğrenmek; aklımı kaçıracağımı hissettirmişti, birkaç kez özel tasarım yaş pastalar gönderdik ki bunlardan birisi için Jun’un Twitter üzerinden bize sıcacık bir teşekkür göndermesi; bir rüyadan farksızdı,çiçekler-çikolatalar hediye ettik,yemek desteğinde bulunduk hem Jun hem de ekibine yönelik ki bunun için Twitter üzerinden Jun’un bize gönderdiği minnettarlık mesajı diğerinden daha çok rüya tadındaydı,sayısız mektuplar-mesajlar-videolar yolladık hatta Türk lokumu-pişmaniyesi yemesini ve Türkiye’ye özgü hediyelere sahip olmasını sağladık.Hiç bir zaman karşılıksız bırakmadı o da bu desteğimizi,ilgimizi; kimi zaman kendi radyo programında Türkiye’den-Osmanlı’dan bahsetti,kimi zaman halen nefesimizi tutup dinlediğimiz o radyo yayınını hediye etti bize ki o yayında Tarkan şarkısı çalarak ve Türkiye hakkında bilgiler vererek,kimi zaman Türk hayran mesajı okudu yine kendi yayınında ki o mesaj benimdi ve ismimi telaffuz şekli-teşekkür etmesi-şirinliği ömür boyu çınlayacak kulaklarımda,kimi zaman biraz önce bahsettiğim gibi; direkt mesaj gönderdi bize sosyal medya üzerinden,kimi zaman da sadece öylesine paylaştığı bir fotoğrafa yansımasını sağladı ona gönderdiğimiz hediyemizin.
Birisi,geçmişte bana dönüp bunları yapacağımı anlatsaydı asla inanmazdım ve dalga geçerdim herhalde.Şu ana dek olan biteni analiz edince,hala inanılmaz geliyor tüm bu olan biten ! Bir anda,kilometrelerce uzakta olan birine karşı sıcaklık duyuyorsunuz ve ulaşılması hiç kolay olmayan birisi olmasına rağmen,ona ulaşıyorsunuz hem de defalarca kez görüyor-duyuyor sizi-adınızı vs. canlı canlı olmasa da.Kolay olmadı,olmuyor bunlar fakat mühim olan sonuç; ne uykusuz kaldığım geceler,ne stresten oradan oraya koşturup ne yapacağımı bilmediğim günler,ne yarı yolda bırakan insanların beni kırıp dökmesi,ne olası bir başarısızlığa yaklaşınca yaşadığım bunalım ne de daha fazlası mühim.Hani bir söz diyor ya; “ ulaşınca-yakınında olunca herkes sever seni,ben ulaşamayınca-uzağında olunca da sevdim “ öyle işte !
Onunla aramdaki mesafeleri,engelleri önemsiyor olsaydım; bahsettiklerimin hiçbirine kalkışmazdım zaten.Her şeyi ile seviyorum onu; zorluğu-kolaylığı,doğrusu-yanlışı-geçmişi-geleceği ile.Ne sadece sesi güzel olduğu ve içimi titrettiği için benim değerlim ne de fiziksel görünüşü yüzünden.Baştan ayağı,her özelliğine hayranım onun; yumuşak kalbine,şarkılarına,duruşuna,gözlerinden akan yaşın samimiyetine,yeni uyandığında birçoğuna göre kalın-iğrenç bir hal alan ses tonuna,gülümsediğinde ortaya çıkan 32 dişine,ayağından hiç çıkarmadığı o şıpıdık terliklerine,eşek kadar gözlerine,duygusallığına,bebek kalan tarafına hatta köpeği Choco’ya olan derin bağlılığına. Bazen,aklımın firar ettiğini düşünüyorum.Lakin o mutsuzken mutlu olmam imkansız,o sıkıntı içindeyken ben kahkahalar atamam ve onun yüreği tebessüm ettiğinde tebessüm eden,onunki yaşlarla dolduğunda yaşlarla dolan yüreğime inanıyorum.Yüreğimin aklı yerinde olmasaydı “ o orada çaresizce çırpınıyor,peki sen burada ne yapıyorsun ? “ diye hırpalamazdı beni.Evet,umurumda değil ne engel ne mesafe lakin onun yanında olmam gerektiğini ya da bu beklentiyi,özlemi artık kaldıramayacağımı hissettiğimde isyan ediyorum o mesafelere.Galiba “ hayran “ diyorlar böyle insanlara ama ben adımı koyamadım senelerdir.Sadece “ hayran “ sözcüğünün beni tanımladığına inanmıyorum yine de kullanılabilecek en iyi ifade galiba.
Kolay değil,onun “ hayranı “ olmak da; bilhassa benim gibi bir kişiliğe sahipseniz ~ Çünkü devamlı çaba sarf ediyorum ona daha da yaklaşmak,” benim kalbimi gör,varlığımı hisset ! “ demek,onu göz bebeklerinin içine kadar sevince boğmak-bu sevinçten ötürü şaşırtmak,hatta yanı başına kadar gidebilmek eenn azından ülkemi ismi gibi ezberlemesi için.Çaba sarf etmediğim vakit; vicdan azabı çekiyorum,eksik hissediyorum,” madem seviyorsun niye bu kadar yetersizsin,duruyorsun ? “ diyerek sorguluyorum kendimi.Ne yaparsam yapayım,kafi gelmiyor hiçbir zaman gelmeyecek de çünkü o her şeyin en iyisini,mutlulukla dolup taşmayı hak ediyor daima.
Kolay değil ~ Çünkü,durmadan yargılanıyorum ve engellenmeye çalışıyorum ona bu kadar bağlı olduğum için.Yaşamımı sıkıntıya sokan bu şahıslarla mücadele etmek zorundayım.En yakınımdakilere dahi açamıyorum ona karşı hissettiğim sıcaklığın barındığı içimi ve yalnızım,beni anlayan birkaç kişi dışında.Kimine göre “ onu hiç tanımıyorum ve düşünmeden konuşup hareket ediyorum “,kimine göre ise “ onu sahipleniyorum ve buna hakkım yok “.Düşünmeden konuşup hareket ediyorsam niçin sevimli suratına en yakışan şeyin yani gülümsemesinin yüzüne yerleşmesine vesile olmak için kendimi parçalayayım ? Ve,aslında sahiplenmiyorum onu; Jun’un bir parçası da bende olduğu için,diğer parçasını arıyor ve onunla buluşmak istiyor sadece.Bu yüzden,en derinine saklıyor ve sahipleniyormuş gibi görünüyor Jun’u bendeki o parça.
Şikayetçi değilim ~ ” Sevgi “ böyle bir şey değil midir zaten ? Şikayetçi olsam,hem onu seviyor olamam hem de üzmüş olurum onun bende duran parçasını.Sadece zorlanıyorum,güçsüz düşüyorum,soluyorum bazen.
Nasıl anlatsam onu,cidden bilemiyorum.Sanırım yeni bir lisan keşfetmem gerekiyor bunun için ~ Bir gün; diğer günlerden daha parlak olan bir gün,birisi çıktı karşıma.Bir yandan o’nu çok önceden tanıyormuşum hissi ağır basarken,bir yandan hiç tanımadığımı hissettim.Aslında her ikisi de değildi; ne eski bir tanıdıktı,ne yeni.Fakat tuhaf bir şeyin farkına vardım; tanıdık olmadığı halde en aşina gelendi o bana.Afalladım,bir mana veremedim.” Kalbini görebiliyorum o’nun,ama nasıl ? “ şeklinde cevapsız bir soru esir aldı beni.Bilemedim ne yapacağımı,senelerdir neyin ardından koştuğumu anlayamadan nefessiz kalmıştım ve o’nunla nefes almaya başlamıştım çünkü.Önce kendim,sonra da o’nun hayali ile alıştım nefes almaya. Sadece onun isminin anılması dahi şuurumu kaybettiriyor,kendi dünyamın kökten değiştiğine şahitlik ediyorum,herkesin bana yüklediği anlamsızlığı normal karşılıyorum,her vakit zihnimde olmasıyla her hücreme kadar titriyorum,kim olduğumu siliyordum hafızamdan,söz geçiremiyorum benliğime ve muhakeme edemiyorum ne yapmam gerektiğini.Önüme boş bir kağıt alıp bir şeyler karalamaya çalışıyorum,saatlerce fotoğraflarına dalarak öylece kalıyorum,kafamda yankılanan sesini huzurla dolarak dinliyorum,bir bilgisayar ekranına aklımdaki-kalbimdeki her şeyi aktarmaya çalışırken buluyorum kendimi.Avaz avaz haykırmak istiyorum ama dilim tutuluyor,gözlerimi çevirdiğim her yerde düşümde çizdiğim ile aslolanın bir araya gelmesi neticesinde ortaya çıkan o benzersiz tebessümü görüyorum ve ben de tebessüm ediyorum onunla.Göğe bakmamla bana dönük olan göz kamaştırıcı bakışları ile kesişmem bir oluyor ve kilitli kalıyorum o bakışlara,ne yöne dönsem yüzümü bir engele çarpıyorum ve daha çok kendimden geçiyorum.Boğuluyorum kimi zaman ve ” hemen konuşmam lazım o’nunla,en azından yüzünü görebilsem sadece ” diyorum kendi kendime,yaşlar içinde kaybolarak.Mümkün olmadığı,çaresiz olduğum geliyor hatırıma ve derinlerinden usulca fısıldıyor birileri ; anımsıyorum o’nun aslında ben olduğunu.Sessiz kalarak konuşmayı öğreniyorum o an,vazgeçiyorum ; rahatsız olmasından ödüm koptuğu için susuyorum kendime.Benimle can buluyor,ben büyüdükçe o da büyüyor sanki gün be gün.Ne zaman bir hüzün kaplasa tüm varlığımı,o’nun yanımda olmasa da aslında çok yakınımda olduğunu yüzüme vurarak kovuyorum tüm hüzünleri.Tek sözcüğü ile benim olan heyecan,mutluluk aşıyor beni.Nereye sığacağımı bilemiyorum,kör kütük aptallaşıyorum.Unutmuş gibiyim tüm geçmişimi,bugünümü ve bilemiyorum yarınımı.Ama,tek şeyi çok iyi biliyorum; artık ” ben ” yokum,” o ” var … Hani karanlığa düştüğünde bir ışık ararsın.Uzaklardaki güçsüz parıltıyı gördüğün an işte o aradığın umut ışığı belirir içinde ve daha inatla yürürsün karalığın en dibine; aradığını bulduğuna inandığın için.Hani canın çok acır,kimseye anlatamazsın anlatsan da kimse anlamaz,gözyaşların dinmek bilmez.Aniden hayalet bir yüz belirir boş boş baktığın duvarda ve inatçı gözyaşların diniverir; gözyaşlarını o eşsiz simanın hak etmediğini bildiğin için.Hani uçurumun kenarına koşarsın.Tam vazgeçecekken her şeyden,bir ses fısıldar kulağına ” vazgeçme ! ” ve tereddüt etmeden geri adım atarsın; o sese sadık kalmaya söz verdiğin için.Hani suya çizersin hayallerini,ümitlerini yazarsın.Süratli bir kasırga gelir,yerle bir eder tüm yazıp çizdiklerini,sığınacak bir liman çıkar karşına ve o limana sığınırsı ; kalan ümitlerine daha sıkı sarılırsın o limanın hatırına.Hani aynaya bakarsın ve çok iyi tanıdığın bir yabancı görürsün.Paramparça edersin aynayı ve tam fırlatıp atacakken durursun; aynana sızan o yabancının aslında sen olduğunu,çok iyi tanıdığını fark ettiğin için.Hani yaşama sevincini artıran rüyaların seni terk eder,dua edersin geri dönsünler diye.Belki geri dönmezler ama artık üzülmez bilakis mutlu olursun; asıl rüyanın,rüyalarının dayanağının derinlerinde hayat bulduğunu keşfettiğin için.İşte Jun da en karanlıkta kaldığım zamanlarda bulduğum o ışık,en canımın yandığı zamanlarda yaşlarımı dindiren o eşsiz yüz,uçurumun kenarında olduğumda beni geri döndüren ses,tüm kasırgalara karşı ümitlerimle sığındığım ve hatırına onlara daha çok sarıldığım liman,rüyalarım beni terk ettiği an yaşama sevincimi bana tekrar veren o rüyaların dayanağı ve aslında ben olan,çok iyi tanıdığım yabancı.Tanıyor muyum ki onu ? Evet; belki henüz tanışamadık lakin ben kalbini görebiliyorum onun.Fotoğrafları
Doğduğumdan beri eksik olan parçama sonunda kavuştum gibi hissediyorum onunla karşılaştığımdan beri.Onun için,denizdeki bir kum tanesinden farksızım lakin o benim denizim ve o olmadan savrulurum,bu yüzden umursamıyorum.Onunla yeniden ayağa kalkıyorum çoğu zaman; gözlerinin içindeki minicik ışık bile umutlarımı ve yolumu aydınlatıyor.Dilini dahi bilmiyorum,tamamen farklı bir yaşam şekline sahip ama bunu da umursamıyorum; kalp dili diye bir şey var çünkü.Rüyalarıma uğradığında dünyanın en sevinçli,şanslı insanı gibi hissediyorum kendimi ve uyanmak istemesem de gözlerimi açıyorum maalesef o rüyanın sonlanması ile.Belki varlığımdan dahi haberdar değil halen ama onun varlığı,benim varlığımı hayatta tutuyor.Benim adımın onunla,onun adının benimle anılması o kadar harika bir duygu ki ! Benim ismimin onsuz anılmasını asla istemiyorum.
Armağan ettiği her şey için minnettarım ona; bana beni unutturduğu,onu bana kattığı için bilhassa.Artık onun kalbini sadece görmüyorum,onu benden daha iyi tanıyorum sanırım. İyi ki var o,iyi ki var olmayan varlığı başta olmak üzere tüm armağanları en değerli köşemde gizli,iyi ki hikayemin tek kahramanı,iyi ki her saniye aklımda tüm yeganeliği ile,iyi ki o şahane tebessümü ve bakışlarının ışıltısı yolumu aydınlatıyor,iyi ki hayatımın sevinci.
Hiçbir şeyin garantisi yok bu hayatta,bu yüzden ben de söz veremem ve hayat ne getirir bilemem ama ~ Gittiği yere kadar yanında olacağım onun,bedenim olamasa da ruhum hep yanı başında olacak ve izin vermeye niyetim yok onu kimsenin üzmesine.Hiçbir şey değil; birkaç dakikalığına bile olsa görüşmek istiyorum artık onunla,en azından 25 yaşımdan 30’uma geçmeden önce.Sonra sessizce lakin derinden hıçkırarak ağlamayı,dilimin tutulduğuna şahit olmayı,kalbimin duracağını hissetmeyi,gülüşünün bakışlarıma yansıması ile midemin bulandığını,göz bebeklerimin büyüdüğünü ve içlerinde onun gözlerini gördüğümü fark etmeyi diliyorum onun yanındayken.Ve,onun da duymasını istiyorum onun için kullandığım sesleniş şekillerini; tosbağa,tosbiş,kapluş,bebiş,bebe kafalı,tosbişeker,tosbilata,bebiş yavrusu vs. vs. ^-^ Bu,onun bana hediye edeceği en unutulmaz armağan olacaktır.
Her şey için teşekkürler Junni,bu deli kızı daha da delirttiğin için müteşekkirim sana ! 😀 Keşke daha fazlasını yapabilsem de sana gerçekten ulaşabilsem ve evrenin tüm mutluluklarını önüne sersem.Ömür boyunca atmaya devam et lütfen o tosbikimsi kahkahanı,söndürme asla göz bebeklerindeki göz alıcı ışığını,pes etme ne olursa olsun ve hatırla,çookk uzaklarda olsa da sana kapısı hep açık olan,seni bekleyen,ne olursa olsun bir şekilde yanı başında duracak olan birisi olduğunu.Daima çalabilirsin o kapıyı,biliyorsun o kapıya nasıl ulaşacağını ve yolu.Çok çok çok çok yakında kesişir umarım yollarımız …
Son olarak; Junni’nin aşık olduğum ve gözlerimi doldurup içimi allak bullak şarkısı “ Not Another Woman But You “nun,Junni’ye doğru koşan ve dolup taşan duygularımın en azından bir kısmını ifade ettiğini düşündüğüm-insanın gözlerini uzaklara daldıran Jung Min & Junni düeti “ Even If A Thousand Years Pass “ın ve tabii ki hikayemin başlangıcı,bu hikayenin bir anlamda özeti olan SS501 şarkısı “ Because I’m Stupid “in Türkçe sözleri ile baş başa bırakıyorum sizi.Belki de bu şarkılar,şu ana kadar anlatmak istediklerimi daha kolay anlatır size …
Düşündüğüm-umduğum-hissettiğimin onda birini bile aktaramadım cümlelere yine de bu uzuuuunnn öykümü,yazımı okuduğunuz için teşekkürler …
Not: Bu dünyaya girdiğimden yani Triple S-Junus olduğumdan ve SS501’i-Junni’yi tanıdığımdan beri,onlara ulaşmak için çırpınırken bana ciddi anlamda yardımcı olan-güvenen-destek veren ve beni cesaretlendiren herkese de tekrar çok teşekkür ediyorum buradan.Siz olmasaydınız nereye kadar ilerleyebilirdim bilmiyorum çünkü.Dileğim; bundan sonra da yanımda kalmanız …
* ÇEVİRİLERİMİN VE HABERLERİMİN; ” PAYLAŞ ” SEKMELERİNİN KULLANILMASININ HARİCİNDE,KOREZİN SİTESİNDEN DIŞARI ÇIKARILMASI VE KOPYALANMASI KESİNLİKLE YASAKTIR ! LÜTFEN EMEĞE SAYGI GÖSTERİN VE EMEK HIRSIZLIĞI YAPMAYIN ! AKSİ HALDE; GEREKEN MUAMELE VE İKAZDA BULUNULACAKTIR ! TEŞEKKÜRLER … *
Haber-Yazı: ŞeymaNur_5890
Sitemizin editörlerinin kişisel olarak hazırladıkları köşe yazıları.